Ünlü Yönetmen Martin Scorsese’nin En İddialı 10 Filmi

Buradasınız

Yaşa 08 Nisan 2017

Francis Ford, Coppola, Brian De Palma, George Lucas ve Steven Spielberg gibi yeni Hollywood sineması akımının öncülerinden Martin Scorsese, sanattan uzak görülen Amerikan sinemasına altın çağını yaşatmış yönetmenlerden biri. Usta yönetmenin arşivinize ekleyebileceğiniz en iddialı 10 filmini sizler için derledik.
Film listesine geçmeden önce İtalyan asıllı Amerikalı yönetmenin tarzına da değinmekte fayda var. Scorsese filmlerinde aile, mafya, güç, adalet ve teoloji gibi konuların izlerini bulmak mümkün. Filmlerindeki düşünsel arka plan, çektiği her filmin özgün ve gerçekçi olmasını da beraberinde getiriyor. Diğer yandan birlikte çalıştığı oyuncularla uyumunu da belirtmek gerek. 1970’lerde Mean Streets, Taxi Driver ve New York, New York’ta Robert De Niro ile başlayıp yıllarca devam eden birliktelikleri buna bir örnek. Hatta 2018’de yepyeni bir projeyle tekrar bir araya gelmeleri bekleniyor. Yönetmenin birlikte çalışmayı sevdiği bir diğer oyuncuysa Leonardo Di Caprio. The Departed ve The Wolf of Wall Street filmleri, bu yönetmen-oyuncu uyumunu gördüğümüz yapıtlardan bazıları. Şimdi gelelim Martin Scorsese sinemasının unutulmaz eserlerine...

Taxi Driver (1976)

1976 yapımı “Taxi Driver” Martin Scorsese sinematografisinin en iyi filmlerinden biri. Cannes Film Festivali’nde en iyi filme verilen Altın Palmiye Ödülü’nü alan bu film, Scorsese’nin yönetmenlik kariyerinin de dönüm noktası. Robert De Niro, Judie Foster ve Harvey Keitel’ın başrolleri paylaştığı filmin setinde yönetmenin çok sevdiği New York var.

Toplumsal çöküş ve yabancılaşmayı tema alan film, Amerika’da kritik bir zaman olan Vietnam sonrası dönemde geçiyor. De Niro, Vietnam savaşından dönen ve taksi şoförlüğü yapan Travis Bickle karakterini canlandırıyor. Travis ve çevresindekilerin hayatlarıyla toplumsal bir hesaplaşmanın yaşandığı filmi, sinema tarihinin başyapıtlarından biri yapan ise De Niro’nun nefes kesen performansı olsa gerek.

The Departed / Köstebek (2006)

2002 yapımı Gangs of New York’tan itibaren birlikte çalışmaya başlayan Scorsese-Di Caprio ikilisinin en başarılı filminin The Departed olduğunu söyleyebiliriz. Yönetmenin sıklıkla işlediği mafya yapılanmasını konu alan filmde, Boston polisi İrlandalı mafya babası Costello’nun (Jack Nicholson) peşine düşmesi için Billy Costigan (Leonardo Di Caprio) isimli bir polis memurunu görevlendirir. Köstebeklik yapmak için çeteye kendini kabul ettirmesi gereken Billy’ye karşı, çete de polis merkezine Colin Sullivan’ı (Matt Damon) yerleştirmiştir. İki taraf da birbirlerinin açıklarından yararlanmaya çalışırken arada kalan köstebekler olur. Suç, intikam ve güç temalarını işleyen film, oyunculukların başarılı performansları sayesinde karakterlerin psikolojilerini de başarıyla yansıtıyor. Yönetmenin ilk Oscar’ını da bu filmle aldığını belirtelim.

Goodfellas / Sıkı Dostlar (1990)

The Godfather serisinden sonra mafya filmi dendiğinde ilk akla gelenlerden biri de kuşkusuz Goodfellas. Mafyaya dair bilinen klişeleri yıkan film, aynı zamanda kara komedi unsurlarıyla da dikkat çekiyor. Film, İtalyan mafya ailesi Lucchese’ye katılmaya heveslenip bunu başaran Henry Hill’in yükselişini ve çöküşünü anlatıyor. Aile değerleri ve erkeklik olgusuna sıklıkla değinen film, başlangıçta mafya yaşamını özendiriyor gibi gözükse de ilerleyen dakikalarında bu algı yıkılıyor. Anti-kahramanlar ile mafyanın sert yüzünü de yansıtan filmde olayların seyirciye anlatıcı tarafından aktarılması, filme yarı-belgesel bir tarz katıyor.

The Wolf of Wall Street / Para Avcısı (2013)

Kadrosuyla ve kurgusuyla oldukça ses getiren bir diğer Leonardo Di Caprio-Martin Scorsese birlikteliği de The Wolf of Wall Street. Komisyoncu olarak başlayıp, Wall Street’in en başarılı brokerlarından biri olan Jorden Belfort’ın yatırımcıları dolandırmasını anlatan film, gerçek bir hikayeden uyarlandı. Renkliliğin ve dinamizmin eksik olmadığı görüntüler ve oyuncuların zirvedeki performansları, filmin birçok adaylık kazanmasını sağladı. Muhteşem bir sinematografiye sahip olan filmin en güçlü yanı enerjisi. Süresi uzun olsa da seyirciyi bir saniye bile sıkmayan film, yönetmenin filmografisinin incilerinden biri.

Hugo (2011)

Hugo, sinemanın atalarına olan bir saygı duruşu niteliğinde bir film. Bir yandan fantastik sinemanın ilk örneklerini sergileyen Georges Melies’in hayatını anlatırken, bir yandan çocuk karakterler aracılığıyla bizi masalsı bir yolculuğa çıkarıyor. İçerisinde birçok referans barındıran film, pastel renkleriyle de dönem filmi atmosferini başarıyla yansıtıyor. En İyi Görüntü Yönetimi dahil beş Akademi Ödülü alan film, kadrosuyla da dikkat çekiyor.

Shutter Island / Zindan Adası (2010)

İkinci Dünya Savaşı sonrasında geçen film, güvenlik önlemleri üst seviyede tutulan bir akıl hastanesinden kaçan bir kadın katili ve onu yakalamaya çalışan iki polisi konu alıyor. Teddy Daniels (DiCaprio) ve partneri Chuck (Mark Ruffalo) gizemi çözmeye çalışırken filmin gerçek algısı yavaşça yıkılıyor. Alfred Hitchcock’un tarzını anımsatan film son saniyesine kadar gerilimi dorukta tutuyor. Shutter Island’ın polisiye ve psikolojik gerilim türünün son yıllardaki en güzel örneklerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.

The Age of Innocence / Masumiyet Yaşı (1993)

Yönetmenin kamerasını çetelerden, 19. yüzyılın New York’unda yaşayan yüksek sosyeteye çevirdiği film, 1920’de yazılmış aynı isimli bir romanın uyarlaması. Filmografisinde diğer filmlerinden konu itibariyle ayrışan ve yönetmenin fanatikleri tarafından beğenilmeyen bu yapıt, yine de yayınlandığı dönemde büyük bir başarı kazandı. Daniel Day-Lewis, Michelle Pfeiffer ve Winona Ryder’ın başarılı oyunculuklarının yanı sıra filmin kostümleri de oldukça etkileyiciydi. Öyle ki senaryo, müzik ve sanat yönetimi dallarında Oscar adaylıkları bulunan film Winona Ryder ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü’ne aday gösterilirken, En İyi Kostüm Tasarımı Ödülü’nü aldı.

New York, New York (1977)

Başrollerinde Robert De Niro ile Liza Minnelli’nin yer aldığı film, yönetmenin çok sevdiği şehirlerden New York’ta geçen bir müzikal. Yönetmenin filmografisindeki diğer filmlerden tamamen ayrılan film, En İyi Müzikal-Komedi dahil dört dalda Altın Küre’ye aday gösterildi. Ancak ödül töreninden eli boş dönüp gişede de istediği başarıyı yakalayamayınca yönetmenin depresyona girdiği biliniyor.

The Last Temptation of Christ / Günaha Son Çağrı (1988)

Teolojiye ilgisi olan ve filmlerinde bunu alttan alta hissettiren Martin Scorsese, bu filmiyle dindar kesimden çokça eleştiri alsa da bir o kadar kendinden söz ettirmeyi başardı diyebiliriz. Nikos Kazancakis’in romanından uyarlanan film, Hz. İsa’nın insani özelliklerini konu alıyor. Willem Dafoe’nin oynadığı Hz. İsa’nın ilahi yönünü ve hulul olayını anlatan film, yüzleşmesi zor bir konuyu ele alsa da peygamberin hayatına önceden değinilmemiş bir açıdan bakmasıyla öne çıkıyor.

Aviator / Göklerin Hakimi (2004)

The Aviator, Amerikalı milyarder Howard Hughes’ın hayatını konu alan biyografik bir film. Başarılı bir iş hayatına sahip olan milyarder, uçaklara olan tutkusuyla da bilinmektedir. Film de tüm parasını uçaklara, film yapımcılığına ve kadınlara harcayan bu milyarderin tutkularının yansıması olan ruh hallerini konu alıyor. Yapımın en dikkat çekici yanıysa kuşkusuz Leonardo Di Caprio’nun nefes kesen performansı.

YORUM YAP

CAPTCHA
This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.
4 + 0 =
Bu basit matematik problemini çözün ve sonucu girin. Ör: 1+3 için 4 giriniz.